2009 yerel seçimleri esnasında, iki siyasetçi hakkındaki yazımın başlığı ‘ Kılıçdaroğlu ve Bekaroğlu’ idi ve yine Radikal İki’de yayımlanmıştı. Bir süre sonra Kemal Kılıçdaroğlu , CHP Genel Başkanı oldu ve güç, ancak gerekli bir değişim başlattı. Ulusalcı kesimi rahatsız eden yeni CHP, 2010 halkoylamasını atlatıp 2011’de oy artışı da sağladı. Yaklaşık yüzde 6 civarındaki oy artışını (yüzde 25.96) küçümseyenler oldu tabii. Oysa yalnızca ‘artan’ oy miktarı, Kürt siyasal hareketinin neredeyse toplam oyu kadardı. AKP ’nin iktidar nimetlerini pervasızca kullandığı bir sistemde, dört seçmenden birinin oyunu almanın başarısızlık olarak değerlendirilmesi, memleketimizin nadide analizcilerine kısmet oluyor. Her neyse, kişisel olarak Kılıçdaroğlu’nun yaklaşık dört yıllık performansının başarısız olmadığı kanısındayım ancak konu bu değil.
Dürüst ve samimi
Mehmet Bekaroğlu ise, Numan Kurtulmuş’un partisinde, aynı çizgiyi izleyerek siyaset yapmayı sürdürdü ancak parti, AKP’nin cazibesine direnemedi. Kurtulmuş, kendisini, uzun süre çok sert eleştirdiği AKP’nin kollarına atıverirken, Bekaroğlu yine yalnız kaldı. ‘Yalnız’ ifadesini özellikle kullanıyorum çünkü Bekaroğlu, hangi çatı altında siyaset yaparsa yapsın, her daim ‘tek başına’ kalan ya da öyle görünen bir siyasetçi. Örneğin Rize’den Saadet Partisi belediye başkanı adayı oldu, buna mukabil sürekli ön planda olan, partinin adı değil Bekaroğlu’nun adaylığıydı. Bu ilginç durum, Bekaroğlu’nun hem avantajı hem de yalnızlığının müsebbibi sanırım. Başlı başına bir yazının konusu olmalı bu yalnızlık hali. Burada kısaca şu söylenebilir belki: Siyasal İslam geleneğinden olup şu ya da bu kanadını tam olarak benimsememiş ve gelenek tarafından da tümüyle kabullenilmemiş biri Bekaroğlu; doğru algılıyorsam tabii. Partilerinin genel siyaseti ve seçmen kitlesi düşünüldüğünde, farklılıklara çok daha tahammüllü ve sağduyulu bir siyasetçi izlenimi veriyor.
Ermeniler, farklı cinsel yönelimler, emekçiler ve sol hareketler gibi konulardaki söyleminin, örneğin Refah Partisi çizgisiyle uyumlu olduğunu düşünebilir miyiz? Sanmıyorum. Sanırım bu nedenle, benim gibi (ki çevremdeki pek çok insan da benzer duyguları paylaşıyor) Refah Partisi ve Erbakan’ın siyasetinden hiç hazzetmeyen ve saygı duymayan biri, Bekaroğlu’nu yıllardır saygıyla izliyor. Demek ki, aralarında bir fark olmalı. Mahkumların katledildiği operasyona ‘yaşama dönüş’ adı koyabilen necip devletin cinayetleri karşısındaki demokrat ve insancıl tavrını, keza Hrant Dink’in katli konusundaki duyarlılığını unutmak mümkün mü? Neoliberal siyasete muhalefetini, 2009 seçimleri esnasında bir deri firması işçisine tek başına sürdürdüğü direnişte verdiği desteği, Gezi’de sergilediği tavrı ve hiç kuşkusuz her daim emekçiden yana mücadelesini görmemek mümkün mü? Belli ki iyi bir insan Bekaroğlu; namuslu, dürüst ve sınırlarını, konumunu bilen bir insan. Çok mu naif bir yaklaşım oldu? Peki…
Özgürlükçü ve uyumlu
Başka bir dünyadan olmasına karşın çok benzer tespitler, Rıza Türmen için de yapılabilir. Bu denli farklı görünen iki insan arasında benzerlikler görmek önce yadırgatıcı gelebilir. Ancak, pekâlâ mümkün. Büyükelçilik ve AİHM hakimliği yapan bir vekil Türmen. İzleyebildiğim kadarıyla hemen her zaman ‘özgürlükçü’ tarafta saf tutuyor. Bu nedenle kimi CHP’li aklı evvellerin canını sıktığı bir gerçek. Özgürlükçü tavrını, yeni anayasa yapmaya çalışıp sonunda dağılan Uzlaşma Komisyonu’nda da sürdürdü. BDP’lilerle uyumlu çalışabilen nadir CHP’lilerden biri. Gazetelere verdiği mülakatlar ve köşe yazıları, konusunu çok iyi bilen ve üst düzey değerlendirme hasleti olan birinin niteliklerini sergiliyor. Türmen, coşkulu bir konuşmacı değil, muhtemelen olma ihtimali de yok. Bana kalırsa bu da, sözün şehvetine kapılmış zırva siyasetçiler diyarında çok değerli bir özellik. Kükremeden, hakaret etmeden, saçmalamadan; bir düşünceyi karşı tarafa, gerekli kavram setiyle ve sükunet içinde aktarabilmek. Erdoğan’ın ezberini ancak böyle davranabilen kişiler bozabilir. Unutmamalı: Hiç kimse ondan daha fazla bağıramaz ve hakaret edemez! Ayrıca Bekaroğlu için olduğu gibi, ‘dürüst ve konumunu bilen kişi’ tespiti, herhalde Türmen için de gönül rahatlığıyla yapılabilir.
Yazının “ve bir de…” kısmı, doğrusu pek popüler olmayan bir isme ilişkin. İhsan Özkes. CHP milletvekili ve eski müftü. Üsküdar belediye başkanlığına aday olup kıl payı kaybeden ve propaganda konuşmalarında her kesimin övgüsünü kazanmış bir vekil. Üsküdar’ı bilen bilir; mütedeyyin kesimin kalelerindedir ve bir CHP’li, AKP’yi böyle zorlayabildiyse, o CHP’li siyasette ‘önemli’ bir figür haline gelmiş (gelmeli!) demektir.
İlkeler önemli
1982 Anayasası’nda cumhurbaşkanının yetki, görev ve seçimine dair kaleme aldığım iki yazıda, böyle bir sistemin ancak ‘makul bir kişilikle’ işleyebileceğini vurgulamaya çabalamıştım. Bol yetkili olmasına karşın siyasal sorumluluğu olmayan ve halkın seçeceği bir devlet başkanı, eğer haddini bilmeyen ceberut biri olursa, parlamenter sistemin bu haliyle sürmesi neredeyse olanaksız hale gelecektir. Halihazırdaki sistemin işleyişi, artık ne yazık ki kurumsallığa değil, yalnızca muhtemel cumhurbaşkanının ‘kişiliğine’ bağlı. İçinde bulunduğumuz durum bu. Bunu ben değil, anayasanın, devletin temel kuruluşuna dair ilkeleri söylüyor.
Hal böyleyken muhalefetin, özellikle CHP’nin adayı (en çok oyu alan ikinci parti olduğu için) çok önemli hale gelmiş durumda. Adaylık süreçlerinde ne tür pazarlıkların yapıldığını biz ölümlülerin bilebilmesi pek mümkün değil. Ancak, varsayımlarda bulunabiliriz. Öneri sunabiliriz. Belli adayların adı üzerinde kamuoyu oluşturabiliriz. Herkes oturmuş, parti adaylarını bekliyor. Böyle saçmalık olur mu? Kamuoyu oluşturma çabası, kuşkusuz ‘ilkeler’ çerçevesinde olmalı. İki isme dair yapmaya çalıştığım da bu. Eğer öncelikli ilke, sistemin tamamen çökmeden sürdürülebilmesiyse, adaylar muhtelif siyasetlere yakın, onlarla ittifak ve iletişim kurabilme yeteneğine sahip ve hani şu herkesin anladığını iddia ettiği Gezi gençliğine hitap edebilecek kişiler olabilmeli. Yeri gelmişken; cumhurbaşkanı adayı, Gezi’nin de adayı olabilmeli. Muhalefetin adayını/adaylarını öğrendiğimizde, Gezi’den ne anladıklarını da görmüş olacağız. Başta CHP tüm partiler, adaylarını belirlerken Park’taki ortaklaşa yaşam deneyimini düşünmeli. İşte bu (ve yerim sınırlı olduğu için anlatamadığım başkaca!) gerekçelerle, Bekaroğlu ve Türmen gibi siyasetçiler mutlaka ama mutlaka düşünülmeli. Tabii Özkes’i de ihmal etmeden! Çatı aday vs. bilemem ama altında nefes almaya çalıştığımız şu Cumhuriyet’i böylesi makul ve iletişim kurulabilir, demokrat isimler temsil etse fena mı olur? Çok da iyi olur. Çevrenizdeki insanlarla söz konusu isimleri tartışın; bakın ne tepkiler alıyorsunuz. Kamuoyu oluşturulmalı. Mutlaka oluşturulmalı!
* Ankara Üni., SBF