Parçalı hayatımızda herkes kendi gerçekliğine ve önceliğine göre yaşıyor. Gezi direnişinin yıldönümüne uyanıldığı gün de sabahın alacakaranlığında kalabalık bir grup için Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi talebi elzemdi, misal. Anadolu Gençlik Derneği, “Seccadeni al da gel” sloganı ve “Sabah namazında Ayasofya Camii’nde buluşuyoruz” başlıklı etkinliği için İstanbul’dan ve çevre illerden otobüslerle gece yarısından itibaren Ayasofya meydanında toplanıp, birlikte kılınan sabah namazının ardından “Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın” sloganları atarak dağıldı. Duanın eylem şekli olarak ortaya konduğu bu organizasyona, biraz yakından bakmakta yarar var. Zira, dini bir mekânı merkezine alan konu, aslında fena halde siyasi.
Bir an için çevresinde koparılan fırtınaları bir kenara koyacak olursak, Ayasofya her şeyden önce büyülü bir mekân. Hıristiyanlık ve Müslümanlığa gönderme yapan ikonları ve hat sanatı şaheserleri ile ziyaretçisine bir araf hali bahşeder. Burası kendini tanımsız konumlandırabileceğin orta dünyadır. Sana meleklerin şahitliğinde hayatın akıcılığını, değişimini ve insanın sonsuz hikâyesini anımsatır.
Gelgelelim Bizans’tan itibaren iktidarın simgesi olarak da kodlanmış haliyle, bireysel olarak tadılabilecek bu zevklerin ötesinde bambaşka anlam ve önemlere bürünür Ayasofya. Aslında halen görkemli temsili kutlamalar ve bitmek bilmez ihtiraslı kentsel dönüşüm projelerinden anlaşıldığı kadarıyla fethedilmeye doyulamayan İstanbul’da, şimdi bir kez daha Ayasofya üzerinden güç savaşları yaşanıyor.
Mesih’in Büyük Kilisesi
Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise olan Ayasofya, tarih boyu üç kez inşa edildi. Bizans İmparatorluğu’nda hükümdarların taç giydiği bu ibadethane, Ekümenik Patrik Bartholomeos’un bu yakınlarda yaptığı son açıklamasında da belirttiği üzere “Mesihin Büyük Kilisesi manasını taşıyan ‘Meğali tou Hristou Ekklisia’dır ve bütün Hıristiyanlık dünyasında böyle tanınmaktadır.”
Peki IV. yüzyıldan bu yana İstanbul’un tarihine eşlik eden, Osmanlı’nın 1453’te İstanbul’u almasıyla camiye çevrilen, 1935’ten bu yana da müze olarak gezilebilen Ayasofya ile ilgili güncel hareketlilik ne ola ki?
Toplu namaz ve yapının camiye çevrilmesi için imza kampanyaları ile uğruna gövde gösterisi yapılan Ayasofya, İslami referanslı siyasi hareketler için oy ve itibar açısından hep belirleyici bir simge olageldi. Sanki buranın cami olarak ibadete açılması, şanlı Osmanlı geçmişine bir dönüş olacaktı. Öte yandan Ortodoks Hıristiyan âlemi içinse, yüzyıllık alternatif bir tarihin ta kendisiydi burası. Dolayısıyla Ayasofya çevresinde dönenen bu son tartışmaları hep yaklaşan seçimler ve halen bir türlü ibadete açılmamış Ruhban Okulu meselesi karşısına yerleştirilmeye çalışılan fırsattan istifade bir koz olarak karşılaştırmalı okumak icab eder. Bu okumayı layıkıyla yapan Patrik Bartholomeos, 29 Mayıs tarihli Agos’a verdiği demeçte,
“Kanaatimizce Ayasofya Müze olarak kalmalıdır, zira bu şekilde dünya medeniyetinde müstesna bir yeri olan bu muhteşem mimari eser, herkese açık olup ziyaret edilebilir. Müzeye çevrilmesinin Mustafa Kemal Atatürk ’ün arzusu ve her taraftan kabul edilmiş olan kararı ile gerçekleştiği de unutulmamalıdır. Lakin müze statüsünün değiştirilmesi ve ibadet yeri olarak yeniden açılması düşünülüyorsa kilise olarak inşa edildiği unutulmamalı ve gene kilise olarak açılması icap eder” dedi.
Eşit, sonsuz, biricik
Müze önceliğine yapılan vurgu ve ibadethanenin kilise olarak taşıdığı köklü tarihe dair hatırlatma, Ayasofya üzerinde siyasi pazarlık ya da seçim yatırımı yapılmaması için aciliyetli bir talep aslında. Sivil toplum alanında da tepkiler Kültürel Mirası İzleme Platformu aracılığı ile dillendiriliyor. Platform, “Ayasofya Müze Olarak Kalmalıdır” başlığıyla bir imza kampanyası başlatırken, Prof. Dr. Edhem Eldem, Prof. Dr. Cemal Kafadar, Yrd. Doç. Dr. Vangelis Kechriotis, Doç. Dr. Ahmet Ersoy, Prof. Dr. Nevra Necipoğlu’nun da aralarında bulunduğu çok sayıda akademisyen, “Ayasofya, İstanbul ve Türkiye ’nin olduğu kadar Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Avrupa’nın başlıca ortak dini, kültürel, sanatsal ve siyasi simgeleri arasında yer almaktadır. Ayasofya’nın müze olarak bütün ziyaretçilerine eşit şekilde açık olması, bu emsalsiz anıtın evrensel değerini yansıtan ve çok katmanlı tarihinin herhangi bir dönemini dışlamadan kucaklayan barışçıl ve kapsayıcı bir davranıştır. Bu güzide eserin İstanbul ve dünya tarihinin ortak mirası olarak yaşatılabilmesi müze statüsünde kalmasına bağlıdır” çağrısında bulundu.
Ziyaretçilerine dünya üzerinde bir benzerini kolay kolay bulmayacakları uhrevi ve iki dini de kapsayıcı bir ortam vaat eden Ayasofya, zaten dua etmek isteyen herkese kendi dini gereklerini yerini getirecek devasa bir alan sunuyor. Dileklerin dillendirildiği, sırların paylaşıldığı bu mekân tam da o araf haliyle biricik. Tıpkı iki kıta, Doğu ile Batı, geçmiş ile gelecek, gökyüzü ile deniz arasında uzanan İstanbul’un kendisi gibi. Ayasofya şimdiki haliyle benzerini kolay kolay bulamayacağımız, bu toprakların ruh halinin cisimleşmiş simgesi. Yine İstanbul’a sahip olmak ne kadar imkansızsa, onu salt bir cami olarak yaşama ve yaşatma inadı da o kadar gerçekliğe aykırı.
Kaldı ki Ayasofya ile ilgili takınılacak siyasi tavır da ülke açısından bir araf. Sahi biz nasıl yaşayacağız bu hayatı? Tarihin işimize gelen kısımlarından siyasi çıkar devşirerek, asıl değerlerin üzerinden de silindirle geçerek mi, yoksa emanet edilmiş çoklu geçmişi artık kıyım barındırmayan, herkes için eşit vatandaşlık temelli bir geleceğe tahvil ederek mi?
Ayasofya, adının anlamına yakışır bir halde olanca bilgeliği içinde bizlerin vereceği kararı bekliyor şimdi. Nasıl bir hayata tanıklık edeceğini…