Barış süreci konusunda herkesin kafası karışık. Resmi düzeyde yapılan açıklamaların bir kısmı birbirini tamamlasa da farklı açıklamalar doğal olarak birçok soru işareti oluşturuyor. Bir yanda siyasi/teknik görüşmelerde yol katedildiği söylenirken diğer yanda Kürt bölgesindeki hareketlilik dikkat çekici. Zaten kafaları karıştıran da biraz bu. Eğer süreç yolunda gidiyorsa, bölgede eylemler niye artıyor? Eğer süreç tıkandıysa bölgedeki eylemler ve bunlara müdahale biçimi daha farklı olmaz mı?
Son İmralı görüşmesinde Sırrı Süreyya Önder’in Abdullah Öcalan’a atfen söylediği, “Çözüm sürecini yasal zemine oturtma konusundaki iradesini sözcüler eli ile açık olarak ilk defa beyan etti. Artık mesele devletin bürokrasisinde görüşülmekten çıkıp siyasi heyetler üzerinden görüşülmeye başlandı. Bu iki olayı da çok önemli buluyorum” sözleri, sürecin devamını gösteriyor.
İzleme Kurulu
Hemen arkasından Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın “Daha somut, yeni bir yol haritasının üzerinde çalışılması, sonuca doğru daha hızlı adımlar atılması” kararının alındığını vurgulanması, ikinci aşamaya geçileceğinin lafzen işareti.
Peki nedir bu aşama? 18 ayda tamamlanacak 4 aşamalı bir yol haritasından söz ediliyor. Plana göre, hükümet, yeni aşamada bazı isimlerin yer alacağı bir İzleme Kurulu’nu oluşturmayı planlıyor. Kurul, son aylarda yaşanan yol kesme gibi olayların önüne geçmek için de çalışma yapacak, dağdan dönüşün önünü açacak düzenlemeler de hayata geçirilecek. Haklarında Kırmızı Bülten çıkarılmayan örgüt mensuplarının geri dönüşü kolaylaştırılacak. Ayrıca, yeni yol haritası kapsamında HDP heyetlerinin dışında bazı STK üyeleri ve gazetecilerin İmralı’yı ziyaretine de izin verilmesi planlanıyor. Sözü edilen konular barış sürecinin başlangıcında dile getirilen aşamalara uygun. Ama bu konuda ne zaman ve nasıl harekete geçileceği belli değil. İşin kritik ve kafa karışıklığı yaratan noktası ise bu açıklamaların ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ’ın yaptığı konuşma. Sırrı Süreyya Önder’in “Siyasi heyetler üzerinden görüşmeler başladı” sözüne Başbakan’ın verdiği karşılık şöyle: “Çok ham, hayal bir şey. Böyle bir görüşme söz konusu değil, bu anlayışla yaklaşmaları halinde kendi kapılarını da kapatırlar. Şu anda sadece bizim müsaade ettiğimiz HDP, daha önce BDP mensupları adaya gitmişlerdir, bir de istihbarat teşkilatımız gitmektedir. Siyasi bir heyetin, ekibinin oraya gitmesi veya basın mensuplarının oraya gitmesi böyle bir şeye müsaade etmiş değiliz, böyle bir şey yok, olamaz. İleride olur mu olmaz mı bunlar şartların oluşturacağı, olgunlaştıracağı şeylerdir.”
İpler Başbakan’da
Tüm bunları bir araya getirdiğimizde geçen hafta İmralı ziyareti sonrası yapılan açıklamalar belki de, şimdilik söylem düzeyinde de olsa, 1.5 yıl önce açıklanan yol haritasından sonra atılması beklenen en somut adım gibi görünüyor. İmralı bunun arkasında, hükümet ise bunu ne kadar zamana yayar belli değil.
Başbakan Erdoğan’ın sözleri yol haritasını doğrulasa da uygulamaya geçilmesine kendisi karar verecek gibi. Yani Başbakan çözüm süreci konusunda her ne kadar bakanları görevlendirmiş olsa da ipleri elinde tutuyor. Süreci, Türkiye’deki siyasi konjonktürün gidişatına göre belirleyecek gibi görünüyor. Hükümet, çözüm sürecindeki adımlara bizzat kendisi yön verme çabasında. Başbakan’ın, bu süreç içinde Kürt siyasi hareketini endişelendiren yönüyse kullandığı retorik. Retorik “terör örgütü” düzeyinde devam ediyor. Hükümet bir yandan PKK lideriyle görüşürken diğer yandan konuyu “bizim istediğimiz” zaman noktasında devam ettiriyor. Bu duruma zaman zaman bahane de bulunabiliyor. Bahane ise tabanı hazırlamak. Oysa biliniyor ki AKP tabanı Başbakan Erdoğan’ın “olacak” dediği herhangi bir konum dışında hareket etmiyor.
Kontrollü gerginlik
Kürt siyasi hareketi cephesine gelince. Kiminle konuşsanız bir noktadan sonra tabir-i caizse burnundan soluyor, hükümete güvensizliğini dile getiriyor. İmralı’yla görüşen heyetteki umutvar tavrı parti genelinde görmek zor. Kandil’in ise her şeye hazır biçimde beklediği ama ilk aşamada şehirlerde hareketliliği tercih ettiğini söylüyor. Son günlerdeki kalekol olarak adlandırılan karakol inşaatlarına yönelik protestolar, yol kesme, kimlik sorma gibi eylemlilikler de bu hareketliliğin göstergeleri. İmralı siyasi olarak süreci götürürken Kandil kontrollü bir gerginlik üzerinden “mesaj vermek”, “buradayız” demek niyetinde gibi. Devletin bu tür eylemlere müdahalesi eskisi gibi çok sert değil. Bu da kontrollü gerginliğe kontrollü müdahale ile karşılık verildiğini gösteriyor. PKK unsurlarının yol kesme eylemliliğine hükümetin bir başka yanıtı “kaçırılan”, BDP’ye göre gönüllü olarak dağa giden çocuklar meselesi oldu. BDP, bunu hükümet tarafından atılan taktik bir adım olarak ele alıyor. Çünkü bu çocukların dağa gittiğini ya da hükümetin iddia ettiği gibi kaçırıldığını son bir yıldır herkes biliyor, konuşuyor; istihbarat birimleri dahil olmak üzere.
Karşılıklı güvensizlik
Bu konuya evrensel normlarla yaklaşmak, barış sürecinin malzemesi haline getirmemek, en önemlisi de dağa çıkış ya da çıkarılış şartlarını ortadan kaldırmak gerekiyor. Bunun için bu konuyu “malzeme” haline getirmeden bir an önce “dağdan iniş”in yasal zeminin kapsamlı bir biçimde hazırlanması zorunlu.
Son kertede süreci “liderler” yürütüyorsa da karşılıklı olarak “güvensizlik” hâlâ aşılmış değil. Kimse elindeki “kartları” bir anda açmıyor. Bunun nedeni ise sürecin ağır aksak yürümesi, herkesin kendisi açısından uygun siyasi atmosferi kollaması, ağır retorik kullanması. Oysa böylesi durumlar, siyasi konjonktürlerden bağımsız, belki birçok şeyi göze alarak devam etmesi gereken dönemler; her iki taraf açısından da.