“15 yaşında çocukları dağa kaçırılan, yürekleri yanan annelerin babaların bu feryadını tüm Türkiye’nin, Türkiye ve dünya medyasının görmesini özellikle arzu ediyorum. Ey BDP , HDP siz neredesiniz? Bu annelerin yavrularını … (a)lıp geleceksiniz, alıp gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız, C planımız devreye girer.” Başbakan Erdoğan PKK tarafından dağa kaçırıldığı iddia edilen çocuklarla ilgili olarak, yukarıda alıntıladığımız sözlerle BDP ve HDP’ye yüklendi. Bu sözlere bakarak Başbakan’ın anneler ve yavruları üzerine titreyen bir siyasetçi olduğu düşünülebilir. Hatta devam eden barış/çözüm sürecini düşünerek hükümetin zirvesindeki isimden bu tür sözleri duyduğumuz için umutlanabilirdik de. Zira, Kürt meselesinden kaynaklı 1984’ten bu yana devam eden çatışmalar en fazla anneleri ve onların “yavrularını” vurdu.
Ancak, Başbakan’ın önceki eylem ve söylemleri, Türkiye’de yıllardır meydana gelen olaylar ve en önemlisi son bir yılda olan bitenler dikkate alındığında gerçeğin böyle olmadığı açık. Kuşkusuz burada bunun sayısız örneğine yer verebiliriz. En son 15’indeki yavrusu Berkin Elvan’ı kaybeden Gülsüm hanımı mitinglerde yuhalatan Başbakan, bu konuda hiç de iyi bir karneye sahip değil. AK Parti ’nin ve Başbakan’ın 12 yıllık icrasının dökümünü burada yapacak değiliz. Ancak, iki önemli vakayı hatırla(t)mak, “anneler” ve “yavruları” üzerinden yürüyen siyasetin hafifliğini görmek için yeterli olacaktır.
Kadın da olsa, çocuk da…
Diyarbakır’da bir hafta süren ve kentin büyük bir bölümünün halk tarafından işgal edildiği 2006 Mart olayları ilgililerin akıllarındadır. Yaşamını yitiren 14 PKK militanından dördünün defnedildiği 28 Mart 2006 günü başlayan olaylar bir hafta sürdü, olaylar sonucu İnsan Hakları Derneğinin (İHD) raporuna göre beşi çocuk 10 kişi yaşamını yitirdi, 200’ü 12-18 yaş arası çocuk olmak üzere 563 kişi gözaltına alındı, 91’i çocuk olmak üzere 392 kişi tutuklandı. Ölenlerin isimlerini ve yaşlarını hatırlayalım: Enez Ata (8), İsmail Erkek (8), Abdullah Duran (9), Mahsum Mızrak (17), Emrah Fidan (17), Mehmet Akbulut (18), Mehmet Işıkçı (19), Tarık Ataykaya (22), Mustafa Eryılmaz (26) ve Halit Söğüt (78). Sözü İHD’ye bırakalım: “563 kişi gözaltına alınmış ve 382 kişi tutuklanmış olmasına rağmen (bunların 91’i çocuktur) yaşam hakkı gibi son derece kutsal ve dokunulmaz olan hakkı ihlal eden güvenlik görevlileriyle ilgili herhangi bir idari veya adli soruşturma açılmamıştır. Başta Başbakan, Adalet ve İçişleri Bakanları olmak üzere, Hükümet çevrelerinin ‘kadın ve çocuk da olsa gerekeni yapacağız’ gibi polisi şiddet kullanmaya sevk eden açıklamalarından sonra güvenlik güçlerinin kullandıkları güç babında son derece pervasız oldukları tespit edilmiştir. Gözaltına alınanların tamamı işkence, gayriinsani ve onur kırıcı muameleye maruz kalmıştır. Güvenlik görevlileri tarafından, sokaklarda gösterilere katılmayan kişilere yönelik de aşırı ve fiziksel şiddet kullanılmıştır.” İHD belirtmiş ama biz yine altını çizelim: “kadın ve çocuk da olsa gerekeni yapacağız” sözlerinin sahibi Başbakan Erdoğan!
Zindan, tecavüz ve çocuklar
İkinci vakayı çocuk kaçırmalarına ilişkin yaptığı açıklamada PKK hatırlatıyor. Örgütün açıklamasında, zindanlarda tecavüze varan bu onur kırıcı muamelelerin önemli bir yer tutması dikkate çekiciydi. Örgüt yaptığı açıklamada uluslararası kuruluşlarla yaptıkları anlaşmalar gereği dağa çıkanlardan yaş sınırına uymayanların geri gönderildiğini ancak bu hususun herkes için geçerli olmadığı belirtiliyor: “Küçük yaştaki birçok çocuğumuzu cezaevlerinde çürütmekte ve tecavüze kadar varan insanlık ve ahlak dışı uygulamalara tabi tutmaktadır. Kendileri için bu biçimde tehlikeler bulunan ve saflarımıza gelen bir kısım genci geri göndermemiz, kendileri için bir çok felakete yol açılmasına vesile olacaktır. Bu yüzden bu gençleri geri göndermeyi değil, savaş dışı alanlarda eğitmeyi esas almaktayız.”
Bazı okuyucularımız örgütün bu açıklamalarını gerçeği yansıtmayan propagandalar olarak görebilir. Ne yazık ki durum bu değil. İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Çağdaş Hukukçular Derneği, İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER), Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği (SHUD), Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı gibi 20’den fazla kuruluşun bir araya gelerek oluşturduğu “Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi”, yaptığı açıklamada cezaevlerinde çocukların maruz kaldığı onur kırıcı işkenceleri doğruluyor: “Yakın tarihte başta Pozantı, Şakran, Kürkçüler, Antalya ve en son olarak Sincan Çocuk Ceza İnfaz Kurumları’nda kalan çocukların işkence, kötü muamele ve diğer onur kırıcı muamelelere maruz kalmalarını insanlık adına utançla ve büyük bir kaygıyla takip ediyor ve çocuklara yapılan ihlallerin sona erdirilmesi için yetkilileri göreve çağırıyoruz.”
Tecavüze varan onur kırıcı muamelelere rağmen, içerideki çocuk sayısının fazlalığı ve bunların büyük çoğunluğunun hükümlü değil, tutuklu olması, Başbakan’ın çocuklar üzerinden yürüttü siyasetin riyakarlığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Adalet Bakanlığı Mayıs 2013 verilerine göre, Türkiye’deki infaz kurumlarında bulunan 12-17 yaş arası 1.879 çocuğun 1.456’sı tutuklu, 423’ü hükümlü. Yani cezaevlerinde bulunan çocukların yaklaşık yüzde 77,5’i tutuklu, yüzde 22,5’i ise hükümlü. Bu durum karşısında Girişim, “Uluslararası sözleşmeler ışığında çocukların özgürlüklerinin kısıtlanmasının ‘en son’ çare olmasının zorunlu olduğu; alternatif tedbir ve yöntemlerle suça yönelen çocuklarımızı topluma kazandırmanın hem çocuklar hem toplumumuz yönünden yaşamsal bir önem taşıdığının ayırdına varılarak Türkiye’deki Çocuk Cezaevlerinin kapatılmasını” öneriyor.
Lorin ve Özgür
Başbakan ve hükümet, ana-babaların feryatlarını duyduğunu iddia ediyor. Eğer kamuoyunun bu sözlere inanmalarını istiyorsa hükümet, laf üretmekten vazgeçip bir an önce adım atmalı. Çocuk cezaevlerini kapatmak iyi bir başlangıç olabilir. Ama gelin biz çok daha kolay bir öneri sunalım. Altı aylık ikiz bebekleriyle cezaevine girme tehdidi altında yaşayan Mülkiye Demir Kılıç’ın yaşadığı işkenceye bir son verin. İkizlerin annesi Mülkiye, satış temsilcisi olarak çalıştığı Mezopotamya Kültür Merkezi’nde “kaçakçılık ve terör örgütüne üyelikle” suçlanan bir müşteriye Nâzım Hikmet’in, Michel Foucault’nun, Noam Chomsky’nin, Abdulbaki Gölpınarlı’nın, Elif Şafak’ın, Turgenyev’in, Kazım Karabekir’in kitaplarını sattığı için kaçakçılık suçundan 18,5 ay ceza aldı ve cezası Yargıtay tarafından onandı. MİT yasasında görüldüğü üzere isteyince her türlü yasal düzenlemeyi hızla Meclis’ten geçiren hükümet, aylarca süren onca toplumsal çabaya ve çağrılara rağmen Lorin ve Özgür bebekler için hala bir çözüm sunabilmiş değil. Buradan bir kez daha çağrı yapalım: Anneler ve yavruları için varsa bir B planınız ya da C planınız lütfen önce Lorin ve Özgür bebeklerin cezaevinde büyümemesi için devreye sokun!